Saturday, December 15, 2007

I am freezing

Thursday, October 25, 2007

Aşağı inen merdiven trabzanlarının arasından bir el yakalar ayak bileğini, -sana bir sihir yapmamı ister misin? tetrise benzer bir oyunu benle yüz kez oynamak ister misin? bu ev gıcır gıcır sesler çıkarıyor beni korkutmaktan vazgçer misin? Carpe diem hayatı seversin ya, bal doksem uzerime beni tekrar birşeye benzetmek istersin belki.. yapılan kıyaklar gidilen kayaklardan daha anlamlı aslına bakarsan sadece cok matrak olmanın yanında biraz düşünce gücü gerekli, düşüniyim derken fazla kaçırıp iyice büyümesin göbeğin o zaman beni bir daha göremeyebilirsin..dizini ön koltugun uzerine koymus sıska bir cocuk var elini belinin arkasına dolasan gıdıklanır, incecik..şimdi gıdıklamak için iyi uğraşmak gerekir. sana son zamanlarda en cok severek izledigin çizgi film bozması filmin bi t-shirtünü hediye edicektim, değiştirmek istediğimden değil istediğime sadece benim için dönüşebileceğini göstermek için, kabak çekirdekleri bittiği zaman düşün beni bir daha öpemeyebilirsin.

je dois écrire Kuzinka, tu vas me comprendre

When the routine bites hard
And ambitions are low
And the resentment rides high
But emotions wont grow
And were changing our ways,
Taking different roads
Then love, love will tear us apart again

Why is the bedroom so cold
Turned away on your side?
Is my timing that flawed,
Our respect run so dry?
Yet theres still this appeal
That weve kept through our lives
Love, love will tear us apart again

Do you cry out in your sleep
All my failings expose?
Get a taste in my mouth
As desperation takes hold
Is it something so good
Just cant function no more?
When love, love will tear us apart again

Wednesday, October 24, 2007

fairytale is going bad




Bu perilerin uyanması lazım..ve ya ben bu kadar uyuduguma gore cok yakın zamanda peri olmam lazım, hikayemi kurtarmam lazım veya hikaye olup kalin ve yumusak ortacag kalıplı kitabi kapatmam lazım.

Uyanık olanlarında uçması hareketlenmesi lazım gidip 500 kanat yakınında ki ilgileri azalanların kulaklarını gıdıklamaları lazım.. ve ya ben bu kadar sabırlı olduğuma gore çok yakın zamanda kanatlarımın cıkması lazım ve aya ucup erimem lazım.

Bu perileri istiyorum..

Wednesday, September 26, 2007



spring 3th calling the winter

6 senedir birisi mırıldanırken bile bir kez duymadığın sarkıyı ilk duyduğun an, 6 senelik uzunluktaki siyah zincir her günü çarpar yüzüne. eh ister istemez canın yanar sonra sen tekrar tekrar dinlemek istersin, kumdan kale yaparken buldugun deniz dikenleri gibi biri daha biri daha cıkar anıların su yuzune. gömmek zorunda olduğumuz ne kadar da çok şey var.
So save me I'm waiting
I'm needing, hear me pleading
And soothe me, improve me
I'm grieving, I'm barely believing now, now
When you are flying around and around the world
And I'm lying alonely
...
Secret Smile-Semisonic

Monday, July 16, 2007

Sunday, July 15, 2007

wadmag


Saturday, July 14, 2007

çocukluk kasetleriminden aklıma kazıdıklarımı ruyalarıma doktum gecelerce..hep gecmisi ozleme hissini hafifleten bir agrı kesici gibi etkili oldu. cok duygusal oldu bu kız.. büyü, büyüler, zorla büyüttürdüler, simdi benim icin hepsi eskisinden cok daha degerliler. "gügüler" kulakları çınlasın

Monday, June 18, 2007

moments

*etkilenirsin


*özlersin


*sakinleşirsin


Thursday, June 07, 2007

Over reacting




SİN-DİREMEDİM


Eskilerde çok eskilerde daha bundan yüz sene daha yeniyken her şey kartpostallar ifade etmek için duyguları yeterliyken ve kartpostal gönderen düşünceli insanlar varken “merak” yinede en başköşede otururdu. O sanki tüm iyi duyguları yerinden silip geçen kocaman taş bir tekerlek gibi Paris morgunun önünde gezerdi. İçeri girer sahipsiz ölülere sahipleri varmış gibi davranır onları birer birer severdi. Çünkü izleyici için gerçeği bizzat çıplak gözleriyle görmek çok daha insani bir şeydi, her duyguyu böylesine tepeden tırnağa sarsılarak hissetmek beklide şu an yapılan tüm paranoyakça deliliklerin nedeniydi. Kıpırdamayan kâğıtların üzerindeki geçmişin kanıtlarına sinirlenip onları yırtarak hatta hareketlisini ortaya çıkararak “merak” çoktan öcünü
alıp, yerine sanki merakını gideriyormuş hissi veren bir şey çıkardı ortaya.
Sinema…

Diğerlerinin yaptıklarını saklanarak izlemektense onları üstelik başkalarına gösterebilme imkânını ele geçiren insanoğlu altında kendi uyduracağı sınırsız hikâyeleri de barındırarak, vazgeçmeyi bilmeden, en sevdiği oyuncağı haline getirdi sinematografı. O sanki melankolik bir isimle çok eskide kalmış gibi gözükse de aslında şu an bukelamun gibi kılık değiştirerek gerçek olanı gerçek üstüne, gerçek olanı yeni bir gerçeğe, gerçek olmayanı ise gerçeğe dönüştürerek tüm gerçekleri Paris morgunu gezenlerin torunlarına sunuyor nazikçe. Oysa tüm aşkların masumca başladığı gibi bu duygununda paranoyalardan ve olmadığı gibi gözükme duygusundan uzakta olduğunu sananlar çok yanıldılar. Burada olmayan insanları hatırlamak gibi safça bir düşünceyle yola çıkılanlar ise kısa zamanda bir sihirbazın oyununa gelip hareketin büyüsüne, yapamadıkları hareketleri ise izleyerek yaptıklarını sanma tatmin duygusunun getirdiği sahtekârlığa kapıldılar.
Güldüler deli gibi güldüler, güldükçe daha fazla gülmek için başka karakterler yarattılar. Küçük hızlı hareket eden bıyıklısı, taş suratlı ifadesiz ama kara mizahlısı, fransızı, uzun boylu sıska ve kısa boylu göbekli arkadaşlıkları. Bir anda paranoyadan her şey den uzakta günlük genel geçer şeylerle dalga geçtiler. Beklide ondan şu an onlardan kalma kaldı kartpostallardan vazgeçenlerin günlük eğlence arayışı.

Ve sonralarda yavaş yavaş pembe büyü dağılmaya başlayınca o zamana kadar içine attığı kibrit çöpleri, biriktirdiği kara duman, yuttuğu gözyaşları, ertelemek zorunda kaldığı üzüntüleri korkunç canavarlar yarattı. Doktor gibi davranan Caligari ikiyüzlü çirkin bir adamdı, tüm yükü ve eleştirileri sakince taşırdı. Beklide dönüştürmeye çalıştıklarının yansımasıydı. Ağlayamazdı, ağlamak için çok geçti. Onun yanında hala vampir olmak isteyenler vardı çünkü geceler rahattı kimse görmez zannederlerdi. Oysa gece onlar iyi görüyorsa, duyarlı ve hassas insanlarsa iyi koku alırdı. Geceleri özellikle yapılan pisliklerin kokusu görüntüsünden daha çabuk yayılırdı. Bunu anladıklarında yaratıklara özenmekten vazgeçtiler, gerçek hayatlarını göstermek istediler. Gerçek hayatlarını yan yana gelemeyecek iki unsuru yan yana getirerek anlatmakla başladılar. Bıraktılar birazda değer yargıları değişenler anlamak için uğraşın çok oturmaktan eli karıncalananlar bu seferde hissettikleri duyguyu görsünler. Görsünler ki “merak” edilecek tek şey morgdaki zararsız ölüler olmamalı.

Trenle, kullandıkları ışığa duyarlı rulonun benzerliği olsa olsa ritim duygusuyla birleşebilirdi. Hiç trene binmemiş birisine trenin ne denli hızlı giderek senin kanında dolasan adrenalini hissetmene neden olduğunu anlatmayı anca müzikteki ritim gibi verebilirdin görüntülerde. Elle yakalayamayacak kadar hızlı görüntüler yakalayabilirsen işte merak seni rahat bırakacak asla trene binmemeni sağlayacaktı.

Kahramansız hikâyelerse nerdeyse kıskançlıkları ortadan kaldırmaya başlayacakken içinde “sadece ben” ve “yalnız benim” duyguları barındıranlar bunun çok uzun sürmesine izin vermediler. Kabul edilmezdi bir şeydi insan için aynı renk giyinerek benzemek. Ama sadece de bunu düşünmeyerek, aşktan da uzaklaşarak faydalı oldular. Gerçekte arka arkaya gelemeyecek şeyleri kurgulayarak aslında bizim ne kadar ikna edilmeye aç olduğumuzu gösterdiler. Rusya’da soğuktan aşk’a vakit yoktu.

Üç tane arabası olan biri bisikletinin çalınmasının ne denli üzücü olduğunu hayal edemezdi ama izleyerek görebilirdi. Gerçeğin ve yansıtabilmenin gücü, daha önce aynı deneyimlere sahip olmayan insanları bile bir noktada birleştirdi. Sonunda Sica diyince anlamayanlar bisiklet onlar için önemsiz olanlar, Bisiklet Hırsızları diyince kalpleri sızladı. Kendi kapandıkları fanusun içine atılmış gaz bombası kadar etkili oldu.

Yaşananlar unutuldu. Hayata bir kere gelmenin önemi yavaştan tek yaşam biçimi oldu çünkü aşk da acı verip hastalıklı bir hale geliyordu. O zaman bütün bunların anlamı neydi diye düşünmeye başlayanlar bu seferde kendi yarattıkları dünyanın dalgasında yaşamaya başladılar. Fransızca konuştular, tüm kuralları çiğnediler, kafalarına estiği gibi yazdılar, istedikleri yere baktılar. Kural koymadılar böylece kaybolan hastalıklı aşkı çıkarmaya başladılar derin uykuya dalıp kaybolmadan. — Delinin tekisin! deyip isim takma alışkanlığı olanlara aldırmadılar. “Merak” içlerini anca aşkı, kendi anlamlarında anlatmak için kemirirken, yerini yeni bizlere bıraktılar artık bizim içinse torunlar morgda ise ziyaret etmeli, sonrasında ise yeni bir sayfa açma zamanı…

Sunday, April 15, 2007

Beklenen yaz!!!


Bırakırsın, bıraktıgına havalardan goz suzerek arkasından bakarsın anca suzulerek bes cayına yetisirsin..Buralara coktan yaz gelmis, geldigine sevinirsin...
Sarılar yesiller giyerek
papatyalar arasında guneslenerek
nedendir bilmeden uzulecek bir sey istemeyerek Yaz'ın bu kadar erken gelmesine sevinerek

geri donmeyi istemeyerek

butun bunlar baharı atlayıp gelen deniz havasındandır diyerek, iste yaz resimleri, bizim bahcenin çimenleri...


Wednesday, March 21, 2007

city details







tell us lots of tales...

Tuesday, March 20, 2007

that's what I like

Saturday, March 03, 2007

Beklenilenden bir öncesi


Karşında duran bir bahar cücesi, Mart. En dengesizi, en renksizi, en yavas geçmek bilmeyeni..Sehirleri birbirlerine benzeteni. Deseler ki bir adım sonrası Bakanlık kavsağı, inanırım sabrımı ılık çikolatalarla kandırırım. Koşarak üzerimden geçmeye kalkışacak develere hendek atlatırım. Bu aralar sanki siyah bulutlar ürkütüp kaçırtıyor gibi içinde mavi boncuk olan trenleri, olsuuun, geçeeeer gereklilikleri yerine getir olmadı ellerinle cıkartıp mavi boncukları saçlarına takarsın.. Sonra dönüp aynaya bakarsın, uzun nerdeyse siyah saçlarını daha da düzleştirmek icin saatlerce tararsın, üç yanı denizlerle kaplı yarım bir adaya nasıl olsa her zaman alınırsın.

Monday, February 26, 2007

Herşeyden önce biraz matrak olalım!!!!

Zamanda yolculuk yapmak icin tasarlanmıs parlak mavi
ısıklardan cıkar "parlak fikirler",

Asla ait olmadığını bildiğin sokaklar da, tanıdık ama ilk kez tanışılmış, perilerle, ancak aydınlanır.

Sunday, February 25, 2007

What if you could love forever?


"All these years, all these memories, there was you. You pull me through time"
haahahahahahAHAHAH
İnanma,
ondan filmleri izlerkende kişileştirme yaparak aglama gerçek olamayacak kadar harikulade olmalarına saygından dolayı agla, ordaki aska aglama
o ask'ın asla gercek olmadıgına inanmalarını sagla.

Thursday, February 01, 2007

Monsieur Fevry

Giysi dolabında 20 askıda aynı model ceketlerinin cebine her sabah ozenle yerlestirdigi mandalinaları gibi degerlidir onun filmleri. Her anlattıgı senaryoda tekrar onlarla yasarken aklında, aslında dersi anlatırken baktıgı anfide oturan kucuk Rosellini'ler, Visconti'ler, Kurosawa'lar, Bresson'lar, Forman'lar, Polanski'ler gorur. Ayakkabılarını gormez yururken, belki yurudugunun farkına, anca geldigi akademinin kapısında varır. Fazla göz göze gelmekten çekinir, çok dibine girip konuşmaktan irkilir, elleri hafif tebeşirlidir. Her pazartesi ve carsamba sinema tariyi ve sinema estetiği derslerini iple sarar, filmlerden gösterdiği sahneleri en az iki kez başa sarar, ucuz tütün sigara ictigi icin mecburen ders aralarında da onu sarar. Kadınlara hiç sarmaz, sevgiliden görüp görebilceği herşeyi izlemiştir yüzlerce kez, gerçeğiyle uğraşmaz nasıl yansıttıklarına kafayı takar. Az konusur ama iki saat icinde durmadan konusur. O anlatırken ozenle sectigi dehaları, sinemaya olan tutksunu okursun agzından akan harflerde. Bir an kendi konusurken icine Godard girdi sanar, Godard kucuk bir cindir, onun cinidir kimse daha iyi tasvir etsin istemez cinini, her terste mutlaka ona iki kaşık reçel yedirir. Sessizce yanına gelir, elinde okudugun herhangi bir sey olsa bile arkanda durarak konusur, once sesini duy onu gorme ister, en son bir hafta once sordugun soruyu cevaplar. Kapıyı kapar, evine kanepeye akar, içini bi sonraki anlatacagı filmlerinin heyecanı kaplar ağlarda ağlar...

Saturday, January 27, 2007

"Daha"da ötesi

sallantının ritmiyle fırının icinde kabaran kekin bulundugu anlık duygular icerisinde gecen sayılı günler ve igne atsan yere on uc metre uzaktan gorunen pırıltısı. Sokaklar kartpostalların üzerine resim olacak kadar meshur ve kasvetli, benide bile bile ustelik oyuncu olmaya can atarak canlandırıldıgım bu sete cok kucukken bırakmıslar. izledigin filmler hayatına, hayatın filmlere yansır farketmeden...aslında hep ekrana elini uzatsan icine girer mi? girdigide olmustur! iddiaları dogru sayılabilir, "gercek" yuz yıllardan beri tartısılan en derin kavramdır. gecmisin gerceklerini karıstırmayı bırakıp gelecege daha gercek gozuyle bakarsan daha heyecanlı cunku acele etmek gerek, cunku bu kadar kosustururken bile ne kadar cok sey kacırılmış, gözden.. o dönemlerde ne dusundugumu bulmak ıcın zorluyorum ama on iki yasında ne dusunceler ıcerisindeydim bulamıyorum. on iki yasındaki benden bir tane daha var mı ortalıkta ? bir bakarsınki sen vazgeçmenin kalp sıkıstırmasıyla ugrasırken, senin icin birileri coktan fonda calan sarkıları yuzlerce kez degistirmis.
yeni, daha cok, daha fazla, farklı herkesten farklı ama masum, guzel, iyi. bakılan yazı kadar gercek, goremediklerin kadar onemsiz...

Monday, January 22, 2007

"Aklımı kaybetmekten değil, bulmaktan korkuyorum”
Prof. Fred Alan Wolf

Sunday, January 21, 2007

Wednesday, January 17, 2007

just a commercial

Tuesday, January 09, 2007

soleil de mon pays


Başka bir yerde yaşamak istememe sebebim... Ankara'da karda yağsa, buzlanmada olsa, -15 derecede bile olsa eksik olmaz.

Hatırlatmacalar


Bir senenin beş sene uzunluğunda geçtiği yıllar kervanında terketip gittim seni. Oysaki daha çok çaya batırılıp çıkarılacaktık, bu resimlerin renkleri için erkendi az biraz. Hatırlamakta zorlanıyorum saçları uzun çocuğun saçları uzunken mi arkasında izler bırakan meteor yağmuru yağmıştı adaya? Mis gibi yeni tahta koksun diye kestirmiştik masayı marangoza, denizden sırtında getirmişti, marangozun adı Sawyer olmalıydı.


Bir senenin beş sene uzunluğunda geçtiği yıllar kervanında terketip gitmiş olsamda seni terketmem asla. Ne kadar yazsamda bu "FaZi" li resimdeki gibi anlatamam aklımdan geçenleri. Arkamızda iyi kötü deniz feneri, palto düğmeli vosvos silecekleriyle gözümün önündesin hep.