Monday, June 18, 2007

moments

*etkilenirsin


*özlersin


*sakinleşirsin


Thursday, June 07, 2007

Over reacting




SİN-DİREMEDİM


Eskilerde çok eskilerde daha bundan yüz sene daha yeniyken her şey kartpostallar ifade etmek için duyguları yeterliyken ve kartpostal gönderen düşünceli insanlar varken “merak” yinede en başköşede otururdu. O sanki tüm iyi duyguları yerinden silip geçen kocaman taş bir tekerlek gibi Paris morgunun önünde gezerdi. İçeri girer sahipsiz ölülere sahipleri varmış gibi davranır onları birer birer severdi. Çünkü izleyici için gerçeği bizzat çıplak gözleriyle görmek çok daha insani bir şeydi, her duyguyu böylesine tepeden tırnağa sarsılarak hissetmek beklide şu an yapılan tüm paranoyakça deliliklerin nedeniydi. Kıpırdamayan kâğıtların üzerindeki geçmişin kanıtlarına sinirlenip onları yırtarak hatta hareketlisini ortaya çıkararak “merak” çoktan öcünü
alıp, yerine sanki merakını gideriyormuş hissi veren bir şey çıkardı ortaya.
Sinema…

Diğerlerinin yaptıklarını saklanarak izlemektense onları üstelik başkalarına gösterebilme imkânını ele geçiren insanoğlu altında kendi uyduracağı sınırsız hikâyeleri de barındırarak, vazgeçmeyi bilmeden, en sevdiği oyuncağı haline getirdi sinematografı. O sanki melankolik bir isimle çok eskide kalmış gibi gözükse de aslında şu an bukelamun gibi kılık değiştirerek gerçek olanı gerçek üstüne, gerçek olanı yeni bir gerçeğe, gerçek olmayanı ise gerçeğe dönüştürerek tüm gerçekleri Paris morgunu gezenlerin torunlarına sunuyor nazikçe. Oysa tüm aşkların masumca başladığı gibi bu duygununda paranoyalardan ve olmadığı gibi gözükme duygusundan uzakta olduğunu sananlar çok yanıldılar. Burada olmayan insanları hatırlamak gibi safça bir düşünceyle yola çıkılanlar ise kısa zamanda bir sihirbazın oyununa gelip hareketin büyüsüne, yapamadıkları hareketleri ise izleyerek yaptıklarını sanma tatmin duygusunun getirdiği sahtekârlığa kapıldılar.
Güldüler deli gibi güldüler, güldükçe daha fazla gülmek için başka karakterler yarattılar. Küçük hızlı hareket eden bıyıklısı, taş suratlı ifadesiz ama kara mizahlısı, fransızı, uzun boylu sıska ve kısa boylu göbekli arkadaşlıkları. Bir anda paranoyadan her şey den uzakta günlük genel geçer şeylerle dalga geçtiler. Beklide ondan şu an onlardan kalma kaldı kartpostallardan vazgeçenlerin günlük eğlence arayışı.

Ve sonralarda yavaş yavaş pembe büyü dağılmaya başlayınca o zamana kadar içine attığı kibrit çöpleri, biriktirdiği kara duman, yuttuğu gözyaşları, ertelemek zorunda kaldığı üzüntüleri korkunç canavarlar yarattı. Doktor gibi davranan Caligari ikiyüzlü çirkin bir adamdı, tüm yükü ve eleştirileri sakince taşırdı. Beklide dönüştürmeye çalıştıklarının yansımasıydı. Ağlayamazdı, ağlamak için çok geçti. Onun yanında hala vampir olmak isteyenler vardı çünkü geceler rahattı kimse görmez zannederlerdi. Oysa gece onlar iyi görüyorsa, duyarlı ve hassas insanlarsa iyi koku alırdı. Geceleri özellikle yapılan pisliklerin kokusu görüntüsünden daha çabuk yayılırdı. Bunu anladıklarında yaratıklara özenmekten vazgeçtiler, gerçek hayatlarını göstermek istediler. Gerçek hayatlarını yan yana gelemeyecek iki unsuru yan yana getirerek anlatmakla başladılar. Bıraktılar birazda değer yargıları değişenler anlamak için uğraşın çok oturmaktan eli karıncalananlar bu seferde hissettikleri duyguyu görsünler. Görsünler ki “merak” edilecek tek şey morgdaki zararsız ölüler olmamalı.

Trenle, kullandıkları ışığa duyarlı rulonun benzerliği olsa olsa ritim duygusuyla birleşebilirdi. Hiç trene binmemiş birisine trenin ne denli hızlı giderek senin kanında dolasan adrenalini hissetmene neden olduğunu anlatmayı anca müzikteki ritim gibi verebilirdin görüntülerde. Elle yakalayamayacak kadar hızlı görüntüler yakalayabilirsen işte merak seni rahat bırakacak asla trene binmemeni sağlayacaktı.

Kahramansız hikâyelerse nerdeyse kıskançlıkları ortadan kaldırmaya başlayacakken içinde “sadece ben” ve “yalnız benim” duyguları barındıranlar bunun çok uzun sürmesine izin vermediler. Kabul edilmezdi bir şeydi insan için aynı renk giyinerek benzemek. Ama sadece de bunu düşünmeyerek, aşktan da uzaklaşarak faydalı oldular. Gerçekte arka arkaya gelemeyecek şeyleri kurgulayarak aslında bizim ne kadar ikna edilmeye aç olduğumuzu gösterdiler. Rusya’da soğuktan aşk’a vakit yoktu.

Üç tane arabası olan biri bisikletinin çalınmasının ne denli üzücü olduğunu hayal edemezdi ama izleyerek görebilirdi. Gerçeğin ve yansıtabilmenin gücü, daha önce aynı deneyimlere sahip olmayan insanları bile bir noktada birleştirdi. Sonunda Sica diyince anlamayanlar bisiklet onlar için önemsiz olanlar, Bisiklet Hırsızları diyince kalpleri sızladı. Kendi kapandıkları fanusun içine atılmış gaz bombası kadar etkili oldu.

Yaşananlar unutuldu. Hayata bir kere gelmenin önemi yavaştan tek yaşam biçimi oldu çünkü aşk da acı verip hastalıklı bir hale geliyordu. O zaman bütün bunların anlamı neydi diye düşünmeye başlayanlar bu seferde kendi yarattıkları dünyanın dalgasında yaşamaya başladılar. Fransızca konuştular, tüm kuralları çiğnediler, kafalarına estiği gibi yazdılar, istedikleri yere baktılar. Kural koymadılar böylece kaybolan hastalıklı aşkı çıkarmaya başladılar derin uykuya dalıp kaybolmadan. — Delinin tekisin! deyip isim takma alışkanlığı olanlara aldırmadılar. “Merak” içlerini anca aşkı, kendi anlamlarında anlatmak için kemirirken, yerini yeni bizlere bıraktılar artık bizim içinse torunlar morgda ise ziyaret etmeli, sonrasında ise yeni bir sayfa açma zamanı…